Wednesday, January 23, 2008

Dilemma

The post below mentions that I am having a hard time writing for this blog. I think I have a hard time writing in Turkish, in general. Maybe it's because my "introduction" to literature was in English and that's what I can't write, or maybe my brain works different or maybe I should read more Turkish novels. No idea. All I know is that every time I sit down to write, the (Turkish) words just seem to escape me...

I have been thinking about switching back and forth and that I should not give up trying to write in Turkish.

A friend of mine (well, an internet friend - we belonged to a pregnancy board together back in 1999) wrote that she is the sole remaining brown eyed family member in their household after her son, Nathan, passed away in July. July 29. July 29 2007. Seven year and one month old Nathan. Nathan was born a week after Arda. I keep reading Susan's blog, and checking back on Nathan's Caringbridge site every day... For some reason, every time I prayed in the past five years, I thought of Nathan. Every time I felt like I hurt my kids' feelings, I thought about Nathan. Though it has not been long since his death, his presence lingers vividly in my thoughts, and I am unable to forget him or his family for that matter... How is it possible that someone that I have never met moves me so? He was a soft spoken child, I think, the only time I heard his voice was when he was starring in a school play singing a few lines about a Blackbird and his mom posted this on her blog.. He read to his two little sisters. He liked construction stuff, especially trucks and Legos. I don't even imagine trying to understand what his family has gone through, or is living through.. And I feel helpless - I cannot do anything to ease their pain and I cannot do anything to bring Nathan back. Writing about him, and not forgetting him, is all I can do.

The only remaining brown eyed member of the family...

Tuesday, January 22, 2008

İkilem

Bir süredir "neden yazamıyorum" sorunuyla karşı karşıyayım. Sanırım Türkçe yazamıyorum. Yazmak istediklerim aklıma geliyor, kuruyorum, ama düzgün (veya beni tatmin edecek) bir şekilde bloga iletemiyorum.

Bir çocuğu ikilemde bırakmak onun karakter gelişimi açısından doğru mu değil mi? Bir süredir Arda ile çok yaşıyorum bunu. Sonuncusu bugün oldu:

Dört gündür hasta olan Arda'yı, toparlansın, halsizliği geçsin diye okula da göndermiyordum. Sıkıntıdan patlıyor tabi - bütün gün televizyon karşısında (çünkü - süper alternatif - bilgisayar oynayacak bile hali yok) "naapsam da yapsam rım rım rım" diye söyleniyor... Bugün gerçekten toparlandı sanki, ben eve geldikten bir süre sonra (okulda kitap fuarı - tamamen ayrı bir giriş konusu olacak bu belli) bahçede arkadaşlarının oynadığını duydu. "Ben de inmek istiyorum" dediğinde, biraz da sertçe, "in istersen ama hastalıktan yeni kalktın, ödevini yapacak halin yok, inip oynayacaksan oyna ama tekrar hasta olursan Şubat tatilinde bizimle geleceğine anneannenlerde kalırsın" dedim.

Keşke (öyle) demeseydim diyorum şimdi. Önce böğüre böğüre, sonra mızlana mızlana uzun uzun ağladı... Ağlamasının sebebi: "bahçeye inmek istiyorum, ama inmemem gerektiğini biliyorum. İnmemeye karar vermeme rağmen inmek istemeye devam ediyorum." Böyle de ifade yeteneği yüksek bir çocuk bu.

Bu kararı ona bırakmakla hata mı ediyorum? "Hayır inmeyeceksin" desem, belki yine ağlayacak, üzülecek, ama sonuçta benim yaptırımım olduğu için kendi içinde ikilem yaşamayacak.... Bir yandan da, şimdiden hayatta bir çok karar verecek, bu kararların sonuçlarına katlanmayı örenecek, şimdiden hazırlık olsun diyorum...

Wednesday, January 9, 2008

Boğaz.

Hayır. O inci gibi ışıklı, yalılı, masmavi boğaz değil. Benim kızarmış, şişmiş ve ağrıyan boğazım.

Şimdi çocukları anlıyorum. "Boğazım ağrıyor" dediklerinde, Beta olduklarında çektiklerini çok iyi anlyorum numara yapmadıkları zaman tabi).

Geçecek.

Sunday, January 6, 2008

İtalyanca

Yemekte, Arda Tunca'nın kulağına bir şeyler fısıldar. Kikirdemeye başlarlar. Normalde kikirdeme durumları "kaka çiş osuruk" gibi kelimelere tepki şeklinde olduğu için pek kaale almayız ama bu sefer merak ederim:

z: Ne gülüyosunuz?
a: sakın söyleme anneme
t: İtalyanca bişiler söyledi ben de anlamadım

bkz: sense of humour

Saturday, January 5, 2008

Yılbaşı geçti


Haftalarca hazırlık yapılırdı yılbaşı için... Planlar yapılır, bozulur, bir gece içinde kaç kapı gezilecek, kimlere gidilecek kararları verilir, yemek ayrı, içkiler ayrı, azıtılan dans edilen yerler ayrı mekanlar olurdu. Saat akşam 7de evden çıkıp ertesi akşam o saatlerde döndüğüm seneler olurdu. Hani yeni yıla nasıl girersen öyle geçer tüm yıl geyiği vardır ya. Gezegenlik + ait olamama durumu belki de bu yüzden vardı senelerce.

Eskisi iyiydi şimdiki kutlamamız (annemlerin evinde maaile buluşma) kötü demiyorum kesinlikle. Hatta bir kaç senedir sefkili gelinin de katkısıyle iyice eğlenmeye, keyif almaya başladım yeni yıl gecelerinden.

Ama hazırlık, hediye alma vs durumları biraz börttü bu sene. Pek uğraşamadım. Şimdi de kendimi biraz suçlu hissediyorum... Neyse.

Yeni yıl hoşgeleee.

Bir aradan sonra.

Yazamadım bir süredir. Nedeni de çok saçma, blogger şifremi unuttum. Hatta blogumun adresini unuttum! Bravo.

Durum raporu: Asayiş berkemal. Çocukların delirtme kat sayısı: asgari. Ebet.